16 Aralık 2013 Pazartesi

Queen -Live At Wembley '86


Queen'in 1986 Temmuz'unda Wembley Stadyumu'nda (Londra) verdiği konserin havasını solumuş şanslı insanlar nerdesiniz? Artık hayatta olmayan bu dev adamın ardından onu izleyebilmiş olduğunuz için kendinizi kutsanmış hissedebilirsiniz.

Binlerce insandan oluşan kalabalığın önünde antik döneme ait bir tiyatro sahnesindeymiş gibi sahnede duran ve etrafını saran o koskocaman alan önünde şarkı söyledikçe büyüyen insan Freddie Mercury...

Grubun canlı performansı denildiğinde aklıma ilk gelen bu tarihi konser, otuza yakın seslendirilmiş Queen şarkılarıyla izlendikçe sanki değerini arttırıyor.

5 Aralık 2013 Perşembe

The Maker


Yalnız ölemeyiz. Kum saatinden düşecek son kum tanesiyle bitecek olan süre içinde ona hayat vermek ve onun da bir diğerine hayat vermesini sağlamak.. 

Maker, hikayenin içindeki süreklilikle aslında yaşamın bir anlamda nasıl bir döngü olduğunu göstermekte ve yine insan üzerinden gittiğimizde son noktada aradığımızın hep bir diğeri olduğunu göstermektedir.

Ve filmde öne çıkan en güzel kısım da yaratıcının yarattığı şeye müzikle hayat vermesi olur. Keman çalar, o dünyaya gözlerini açar, ilk ve son kez sarılırlar sonra puff, hikaye tekrar başa döner. Sonsuz bir tekrar..

Yönetmen Christopher Kezelos (2011)

4 Aralık 2013 Çarşamba

Reach

Uyanmak, önce etrafını sonra kendini keşfetmek, görmek, istemek, hayal etmek ve denemek.. Sonucu ne olursa olsun..

 Yönetmen Luke Randall (2011)

3 Aralık 2013 Salı

Scenes

Marty Friedman'ın 1992 yılında yayınlanan Scenes albümünün albüm kapağı hiçbir zaman hafızalardan çıkmamıştır. Kapak, özellikle fotoğrafın kenarına yerleştirilmiş esas teması ile hemen ilerinde bulunan sokak lambası arasında bir çizgiden fotoğraflanarak resime bambaşka bir derinlik katmış ve rock tarihine geçmiştir. 

90'lı yıllarda bu albüm o kadar çok dinlenmişti ki bugün kapağına baktığımda nedense albümle ilgili bir şeyler söylemeye ilk olarak fotoğraftan başlamak istedim.

Friedman müzik kariyeri oldukça dolu olan bir müzisyen. Pek çoğumuz onu Megadeth'le bütünleştirmiş olsak da hayatını kaybeden Jason Becker'le Cacophony'li yılların ardından Megadeth ve solo albümlerle bir dolu kariyer.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Death or Glory


Death or Glory, albümle aynı adı taşıyan 1989 yılı bir Running Wild şarkısı. 

Atların ayak sesleri, havlayan köpekler ve borazan sesleriyle şarkı o kadar yüksek bir ritmle başlar ki kendinizi orta çağda cadı yakma törenin tam ortasında falan hissedersiniz ya da savaşa hazırlık yapan savaşçıların arasında. Derken şarkı ne zaman ilerler biter anlamadan bir anda çalan gaydalarla birlikte çoktan bir başka şarkıda buluverirsiniz kendinizi. Sürekli bir önceki şarkıyla süre gelen müziğin ritmiyle beraber içinizde koşturup duran atlar albüm boyunca hiç durmayacaktır. 

Çok güzel yazılmış gitar ritmleri, soloları, onu takip eden davul ve baslarla birlikte albüm heavy metal klasikleri arasında yerini alır. Albümdeki tüm şarkıların birbirinden güzel olduğu Death or Glory'nin kapağı da bir o kadar güzeldir. 

1 Aralık 2013 Pazar

Kağıt

Birey  mi devlet için, devlet mi birey için vardır? Devlet her şeyin doğrusunu mu bilir? Kanunlar insanların hak ve özgürlüklerini korumak için mi vardır, yoksa devletin bireyleri kendisine bağlı köleler yapabilmek için mi var olmuşlardır? 

Kağıt, birey-toplum-devlet arasındaki bu çemberde sorulması gereken soruları 1980 Türkiyesi etrafında, isteğinin yalnızca film çekmek olan ve bu yolda karşısına önce film tüccarlarının sonrasında da bürokrasinin çıkmasıyla birlikte yok edilen hayatları konu almaktadır.


"Ne çok insanı yetiştirip, aynı zamanda kendi ellerimizle yok ettik bu topraklarda. Düşünen, hisseden, yazan, okuyan kim varsa yakıp yıkıp yok ettik."

7 Kasım 2013 Perşembe

Koku (film)

Sevdiğimiz her şeyi saklamak, sadece ve sonsuza dek bizim olsun isteriz. Somut anlamda onu sığabileceği boyutta bir kutuya koymak belki ya da soyut anlamda aklımızda, ruhumuzda hapsetmek isteriz. 


18. yy'da Fransa'nın yoksul bir balıkçı kasabasında, dünyanın en ağır kokularının arasında doğar Jean-Baptiste Grenouille. İnsani pek çok tarafı eksiktir ancak tüm bu eksiklikleri tek bir yeteneğinde fazlasıyla toplanacaktır; koku almak...

Dünyanın güzel ya da berbat tüm kokularını derinlemesine hissetmek, çılgınca bir koku duyusuna sahip olmak, eşi bulunmaz bir yetenek olacak belki, ancak bu yetenek bir katilin sevdiği kokuları saklamak tutkusuna döndüğü noktada sorgulamaya başlayacağız; o cezalandırılması gereken bir günahkar mıdır yoksa dünyaya büyük bir yetenekle gelmiş özel bir insan mı?

6 Kasım 2013 Çarşamba

Cehenneme Övgü


"...Biz gerçeğin kendisiyiz. Bırakın oyunlarını oynasınlar. İktidarların en büyük korkusu muhalefet değil, ciddiye alınmamaktadır..."

Totaliter aile, totaliter toplum, totaliter patron, totaliter devlet ve biz, sınırlı özgürlükle yetinen, daha fazlasını da talep etmeyen birey..

Gündüz Vassaf'ın Cennetin Dibi, Cehennem Övgü kitaplarından  ilki olan kitap, bireyin yaratıcılığı başta olmak üzere özgürlüğünü sınırlayan tüm kurum ve kavramlar üzerine geliştirdiği, dili oldukça yalın, ilginç bir kitap. İlginç çünkü yazar, aklınıza gelmeyecek daha önce düşünmediğiniz pek çok şeyi düşünmüş, değerlendirmiş, yazmış ve sizi şaşırtmıştır. Geceye övgüyle başlayan kitap, deliler, kahramanlar, aşıklar, dindarlar ve daha birçok şeyden bahsederek kendisini keyifle okutur. 

Tüm apartman dairelerinin, aynı şekilde odalara ayrıldığı ve bu odalarda yaşayan insanlardan çok odaların işlevselliği üzerine kurulu yapılar olduğundan tutun da; cennetin ne kadar sıkıcı olduğuna ve hiçbir yaratıcılığı içinde barındırmadığından oysaki cehennemin tüm dini tasvirlerde hep farklı ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan şekilde resmedildiğine kadar ilginç ve sürükleyici pek çok şey bulunmaktadır kitapta.

Cehenneme Övgü, yazıların arasında bulduğumuz edebi tat haricinde, ilginç resimleri ve notlarıyla birlikte bize bir yöntem sunmaz belki ama pek çok noktaya dikkat çeker. Yöntem belki de son sayfada yazarın Baudelaire'den yaptığı alıntıda saklı olabilir.

Sarhoş olun! Ama neyle? Şarapla, şiirler ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.


9 Ekim 2013 Çarşamba

Janis Joplin



60'ların ortalarında bir kadın doğar blues'un içine, güçlü sesi ve tarzıyla bir anda adını duyuracak bir ses... Kısa yaşadı ancak sonrasında geride bıraktıkları, öldüğü toprakların çok uzağında bile onu yaşatmaya devam etti. 

Genç yaşta hayatını kaybetmesiyle adının hep, onunla aynı dönemde aynı yaşlarda hayatlarını kaybeden Jimi Hendirix ve Jim Morrison'la anılmasına sebep oldu. 


Janis Joplin zaman içinde müzik dünyasında blues'un unutulmaz kadın vokallerinden biri haline gelmiş, genç yaşında hızla yükselmiş ve kısa yaşamına pek çok güzel şarkı sığdırmıştı. Konser performanslarından bildiğimiz bu sakin ve uysal görünümlü kadın, sahnede şarkısını söylemeye başladığında adeta bir anda devleşip kocaman bir sese dönmekte, etrafını derin ve içten sesiyle sarıp sarmalamaktaydı.

Down on Me, Cry Baby, Piece of My Heart, Ball 'n' Chain, Maybe, To Love Somebody, Kozmic Blues, Work Me, Lord ve tabi Summertime gibi şarkılarla kulaklarımızda yer eden Joplin'in yorumladığı pek çok şarkı döneminde hit olmuş ve bugün de birer klasik haline gelmiştir. 

Onun sesiyle bir kez daha yaşama bir ağaç gibi köklerimizi bırakıyor ve toprağın altında adeta büyüyoruz. Summertime...




7 Ekim 2013 Pazartesi

Restless Heart


Restless Heart (1997) Amerikan RocknRoll'nun çok net ve temiz bir örneğidir diyebilirim. Albümdeki tüm parçalarda, gitar üzerindeki temel blues yürüyüşlerini çok rahat hissedersiniz.

1978-1989 yılları arasında Whitesnake'in muhteşem yükselişinin ardından, uzun bir süre sonra yayınlanan Restless Heart, farklı bir şeyler yapmak için değil belki ama iyi bir klasik rock albümü yapmak için hazırlanmış David Coverdale çalışmasıdır. Bu anlamda öyle uzun yıllar dinlenen Whitesnake albümleriyle pek karıştırmamak gerekir. 

Yine de Restless Heart dinlemesi keyifli bir arşivlik Whitesnake çalışması diyebiliriz.

Sınırda kalmayın!


 

6 Ekim 2013 Pazar

Çılgın Kalp

Bazen hayatınızı değiştirmek, düzene sokmak, aksak taraflarına çeki düzen vermek istersiniz ama çoğu kez bu o kadar zor olur ki, artık ne yazık ki kötü alışkanlıklarınız çoktan büyümüş ve kontrolden çıkmıştır. Bir alkolikseniz eğer, sizin için hayat sürekli yapacağı kaçamağa hazır olmak demektir ve bu kişi için de değişim yolu zorlu bir süreç olur.



3 Ekim 2013 Perşembe

Jethro Tull

Ian Anderson-Jethro Tull

Ve tanrı gitarı yarattı (Locomotive Breath) ... sonra da flütü belki de, tabii Jethro Tull'la birlikte Ian Anderson'ın çalması için. 

Bu adamlar sesi kıstığınızda madende çalışan cüceler gibi görünseler de sesi açtığınızda duyduğunuz uğul uğul bir rock ve etnik enstrümanlarla harmanlanmış müziğin muhteşem karışımı oluyor. 

Dönemin yaratıcılığını, deneyselliğini grup üzerinde çok rahat görebiliyorsunuz. Artık rock yalnızca kuru bir blues ve Amerikan country'si değildir, sahnelerden dünyaya taşan çok sesli bir koro olmuştur. Jethro Tull'ı izlerken 70'lerde rock müzik gerçekten yaşanmaya değer bir dönem olmalı diye içinizden geçiriyorsunuz.

Grubun konser kayıtlarından izlediğimiz pek çok performansı o kadar yüksektir ki özellikle flüt çalan solist Ian için, adam resmen kendini parçalamış diyorsunuz ve böylesi bir performansta hala tek parça kalan Ian Anderson'ı bir kez daha hayranlıkla dinliyorsunuz. 

25 Eylül 2013 Çarşamba

Aslı Erdoğan


Kabuk Adam, Kırmızı Pelerinli Kent, Mucizevi Mandarin'in ardından Hayatın Sessizliğinde...

Kısa kısa alınmış notlar, hikayeler ve yazılardan oluşan Hayatın Sessizliğinde daha bir anlıyoruz yazarın gittiği, geldiği yada hiç dönmediği yerleri. Bir ayağı dünyada, bir ayağı ahirette bu kadının yüzü görünüyor gölgeli yazılarının arasından.

...işte o zaman, uzun, kesintisiz, tek bir geceden oluşacak hayatın. böyle bir geceye yalnızca hayaletler dayanabilir. Beyaza kesmiş insanlar, beyaza kesmiş ağaçlar, hayaletlerin dolandığı kent... İşte o zaman, belleğin uzun gecesi başlayacak...

Aslı Erdoğan insan ruhunun sınırlarında sek sek oynayan, yazarak eğlenen, yazarak acıtan, yazarak acıyan edebiyatın iki yüzlü kadını... Bir tarafı insan bu kadın, yazdıkça güzelleşiyor.

Daha çok yazmalı, bazı bazı okunmalı.


22 Eylül 2013 Pazar

The Doors (film)


Günün birinde, gecenin içinde, karanlık bir kral doğar yeryüzünde; kapının ardında gördüklerini başlar anlatmaya, çıkar sahneye, dans eder, çılgınca bağırır, döner durur kendi etrafında, şarkısını söyler.

Ve koyu gri bir günün sabahında, kral ölür. Şarkılarını kapının önünde bırakarak kristal bir gemiyle uzaklaşıp gider.


The Doors, Oliver Stone'un yönettiği, Val Kilmer ve Meg Ryan'ın, Jim Morrison ile Pamela Courson'ı canlandırdığı 1991 yapımı biyografik film. Morrison'ın kısacık hayatına sığdırdığı şiirleri, aşkı, müziği ve hep çekmek istediği sinema filmi hayalini anlatır. 

18 Nisan 2013 Perşembe

Golden Brown

Koyu sarı bir güneş, koyu sarı bir çöl... Her şeyin hatta havanın bile sarı kahve renkte olduğu, kumların ötesinde binlerce yıl önce terk edilmiş bir şehirde, ellerin cebinde, pür neşe, ağzında ıslıkla dolaşırken arkandan gelen bir gölgenin usul usul seni takip etmesi gibi bir his var bu şarkıda. Tedirginlik... Kendini cennette sanıp da aslında yalnızca rüyada olmak gibi... Huzur ve huzursuzluğu aynı anda yaşamak gibi...

Golden Brown, yaşamla aramıza koyu sarı bir çöl misali girerken, diğer yandan Snatch filminde Çingene'nin bir vuruşta yere düşürdüğü iri yarı kocaman adamın görüntüsü ardından gelen zavallı Tommy'nin ağlamaklı ifadesini hatırlatır bize.

1981 yılında single olarak yayınlandığı dönemlerde İngiltere'de şarkı için eroine ithaf edildiği gibi çeşitli söylentiler gelişse de, Stranglers gurubu yıllarca bu söylentileri kabul etmemiştir. Ancak grubunun solisti Hugh Cornwell, 2001 yılında yayınlanan The Stranglers Song By Song kitabında "Golden Brown' works on two levels. It's about heroin and also about a girl" der. Açıklama çok net değildir, yine de bizim için çok da önemli olmayacaktır. Şarkıyı sarı kahverengi olarak dinlemeye devam ediyor olacağız. Bu şarkının kötü bir şey için yazılmış olduğuna kim inanır ki ya da bir şarkı ne kadar kötü olabilir ki?

Golden Brown'un klibi de şarkı gibi bir o kadar güzel ve klasik olmuştur.



17 Nisan 2013 Çarşamba

Yann Tiersen

 
Her nedense dinlediğimde uzak bir yerlere yolculuk yapma istediği uyandıran Yann Tiersen'le çoğu kez gökyüzüne uzanıp dokunacakmış gibi hissedersiniz. Sanki onun müziği içimizde özlem duyduğumuz pek çok şeyin melodiye dökülmüş hali gibidir. 

Tiersen'i dinlemek; 

Bir trende elinizden düşen kitapla uyanıp, pencerenizden hızla geçip giden manzarayı yakalamak gibi...

Ya da yemyeşil çimenlerden aşağı doğru çılgınca koşarak avucunuzdakileri rüzgara bırakmak...

Ya da kendi etrafınızda delicesine dönmek, dönmek, dönmek ve o sarhoşlukla yorulup kendinizi olduğunuz yere bırakmak...

15 Nisan 2013 Pazartesi

Kaybedenler Kulübü

Kimileri bu dünyaya neden geldiğini bilmeden yaşarken, kimileri neden geldiğini sormazken, kimileri tüm bunları umursamazken; kimileri insan olmanın, var olmanın bilincini son sınırına kadar içinde hisseder. İnsan olmak bazen içimizde pervasız bir neşeye dönüşürken bazen dayanılmaz bir yalnızlık içinde hissettirir kendisini. Yalnızlığımız küçük odamızın penceresinden tüm dünyaya uzanırken açık olan radyoda iki adamın konuşmasıyla fark ediveririz başkalarının varlığını.
 


Kaybedenler Kulübü, Nejat İşler ve Yiğit Özşener'in oyunculuklarında hayat bulan bir yalnızlık öyküsü. Biri hiç satmayan kitaplar yayınlayan bir yayıncı diğeri bar işletmecisi olan iki arkadaş kendi kendilerine radyo programı yaparken onlara dahil olan hayatlar zamanla adeta bir yalnızlar kulübüne dönüşür. Herkesin farklı bir hikayesi vardır ve radyodan dinledikleri bu iki insanın sesi kimisine yaşamak için bir sebep, kimisine bir neşe kaynağı olacaktır.

14 Nisan 2013 Pazar

Milk

"Bir insanın, tek bir insanın haklarının elinden almasına izin verirsen, senin haklarını elinden almaya geldikleri zaman sesini çıkarmaya hakkın olmayacaktır."

 

2008 yapımı Gus Van Sant filmi Milk, baş rolünü Sean Penn'in oynadığı oldukça başarılı bir biyografi. Film, Amerika'da eş cinsel hareketini önemli bir politik güç haline getiren Harvey Milk'in hayatını konu almaktadır.

Harvey, 1970 yılında doğum gününde, 40 yaşındayım ve gurur duyacağım hiçbir şey yapmadım, der ve bundan sonra ölümüne kadar tüm hayatı mücadele ile geçer. Ölümü de yaşamı boyunca hep karşılaşacağı gibi, toplum içinde farklı olanı reddetmenin, kabullenememenin acı bir sonu olarak karşımıza çıkar.


12 Nisan 2013 Cuma

Van Halen

Van Halen için birkaç şey söylemek ve yazmak istesem yazacağım ilk şey tam anlamıyla profesyonel olurdu. Van Halen soundu bir kere kulağınıza kaçtı mı, nerede duyarsanız duyun onu seçersiniz. Ziller, üst üste yazılmış gitarlar ve gitar sololarıyla birlikte dolu dolu bir müziktir onlarınki.

Vokallerde David Lee Roth'la geçen yıllar ve Gary Cherone'lu (Extreme) yapılan bir albüm dışında, Van Halen'ı bu kadar iyi yapan, müzikal alt yapısı ve grubu bir o kadar iyi taşımış vokalleri Sammy Hager olmuştur. Benim için Van Halen bu anlamda iki özel albümde olgunlaşır; For Unlawful Carnal Knowledge (1991) ve Balance (1995). 


1991 yılında yayınlanan albüm kulağımda hep temiz bir kayıt, tane tane yazılmış melodileriyle kalmıştır. Albümü çok uzun yıllar dinlediğim için belki de içinde duymadığım, dinlemediğim tek bir melodi kalmamıştır diye düşünüyorum. Kaldı ki bu kayıtları şuanki teknolojiyle değil de bant kayıtlarından zamanın walkmanleriyle dinlediğimizi düşünürseniz...


Şarkıların hepsini ayrı ayrı çok başarılı bulsam da Right Now piyano ile başlayıp, zillerle devam eden çok sesliliğiyle bu albümün özeti gibidir.

4 Şubat 2013 Pazartesi

No Line On The Horizon

 
I was born 
I was born to be with you
In this space and time.. (Magnificent)

Bir ayağım içeride, bir ayağım dışarıda...
Evrende bir yerde yaşamın kaynağına ulaşmak...
Varoluş, büyük patlama, başlangıç...
Ve o ilk an...
Magnificent...


No Line On The Horizon, baştan sona kaynağını bulmak gibi, belki de her şey sadece bir sanrı...
 
Sınır, belirsiz!